Deniz Bayramoğlu’nu uzun yıllar CNN TÜRK’te gerçekleştirdiği başarılı programlarla izledik. 25 yıllık gazetecilik deneyimiyle onu bundan sonra başta Mehmet Ali Birand olmak üzere birbirinden önemli gazetecilerin izlerinin olduğu Kanal D Haber’in sunucusu olarak izleyeceğiz. Bayramoğlu hissettiği sorumluluğu “Benden beklenilen şeyin; açıklık, şeffaflık ve tarafsızlık olduğunun farkındayım. Ben de izleyiciye layık olmaya çalışacağım” sözleriyle anlatıyor. Eşi ve meslektaşı Ece Üner ile aralarında dillendirilen reyting savaşlarına kahkahalar attıklarını belirten Bayramoğlu, “İşimiz bizim parçamız ama hayatımız değil. Bizim hayatımız başka şeylerden de oluşuyor ve biz o hayatta ekibiz” diyor. Bayramoğlu’yla yeni görevindeki heyecanından habercilik anlayışına, baba olmanın sorumluluğundan müzik tutkusuna kadar pek çok şeyi konuştuk.
– Başta Mehmet Ali Birand olmak üzere çok önemli habercileri izledi seyirciler Kanal D Haber’de. Böyle bir mirasın temsilcisi olmak nasıl hissettiriyor?
Öncelikle büyük bir sorumluluk. Elbette sadece o koltukta oturanlar değil, haber merkezinde çalışan arkadaşları da eklemek lazım. Dolayısıyla bu sorumluluğu birçok insana karşı hissediyorum. Onların emeklerini ve o geleneği en iyi şekilde temsil etmeye çalışacağım. Bugün Kanal D Haber’de olmak önemli bir şey ise bu onların sayesinde. O önemi inşa eden insanlara karşı minnetimi onların getirmiş olduğu yerden bir adım daha ileriye taşıyarak göstermeye çalışacağım. Ben yeni bir Mehmet Ali Birand olmayacağım, olamam, olmayı da istemem. Ben onun ve ondan sonra gelen birçok ismin inşa etmiş olduğu mirasa bir şeyler eklemeye çalışacağım. Haberin önünde durup kendisini anlatan değil haberin önünden çekilen bir haberci olmaya çalışacağım.
‘Ece ile feci eğleniyoruz’
– Her haberci izleyicilerle farklı bir bağ kuruyor ve bir imza atıyor o akışa. Siz nasıl bir iz bırakmak istiyorsunuz?
Gazetecinin tek bir sermayesi vardır; ismi ve itibarı. İtibar da bir inşa sürecidir. Gördüğüm kadarıyla bana dair beklenti bir samimiyet, iki şeffaflık, üç tarafsızlık. Kanal D bunu en üst seviyede yapıyor. Dolayısıyla bu anlamda Kanal D Haber’e ve haber merkezine gelişimle büyük bir tavır değişikliği olacak iddiasında bulunmayacağım. Ama şunu çok net söyleyebilirim; ben o evlerin her birine konuk olduğumu biliyorum. İzleyicinin ekran karşısında geçirdikleri o 1-1.5 saatin ömürden harcanan saat olduğunu biliyorum. Hayatlarındaki en kıymetli şeyi veriyorlar. Kimsenin asla ikame edemeyeceği ve geri getiremeyeceği bir şeyi.
Benim de onlara karşı sorumluluğum, borcum o ekranın karşısından kalktıklarında oturduklarıyla aynı olmamaları. Yeni bir şey öğrenmeleri, yeni bir şeyi fark etmiş olmaları. Bunu yaparken de onları bir tarafa doğru yönlendirmek değil hakikat neyse anlatıp onların kendi kararlarını vermelerini sağlamak. Dolayısıyla benden beklenilen şeyin; açıklık, şeffaflık ve tarafsızlık olduğunun farkındayım. Ben de izleyiciye layık olmaya çalışacağım.
– Korona günlerinde habercilik nasıl gidiyor? Bütün o endişeleri yönetmek ve aynı zamanda işini en iyi şekilde yapma telaşı arasında dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Sahada çalışan muhabir arkadaşlarıma kıyasla bizim durumumuz daha korunaklı ve rahat. Kişisel bakımdan pandemi sürecini evimde geçirmeyi tercih ederdim. Çok daha huzurlu ve rahat olurdum. Ama huzur arıyorsanız gazetecilik bakmanız gereken son yer. Psikolojim üzerinde etkisi olmuyor mu, oluyor. Böyle bir durumda bir insanın etkilenmiyorum demesi mümkün değil. Elbette ben de etkileniyorum. Bu durumun üzerimde yaratmış olduğu baskıyı hissediyorum. Ve bu baskının gündelik hayattaki davranışlarım üzerinde yarattığı değişikliklerin de farkındayım. Ne mutlu ki kendimi dışarıdan gözlemleyebiliyor ve o etkileri gördüğümde hemen olmasa da düzeltebiliyorum.
– Şimdiden eşinizle reytingleriniz karşılaştırılmaya başlandı. Rakip olmak nasıl bir duygu? Evde bunun şakası yapılıyordur…
Bir defa çok eğleniyoruz onu söyleyeyim. Dışarıdan “Hım bakalım n’olacak?” gibi bir beklenti söz konusu ama öyle bir şey kesinlikle yok. Feci eğleniyoruz bu konuyla, kahkahalar atıyoruz. Ece (Üner) benden tabii ki çok daha tecrübeli. Ben reyting analizleriyle ilgili fikrini soruyorum. Anlatıyor, önerilerini sunuyor. Biz bir ekibiz. Bu bizim mesleğimiz; elbette ki bireysel kimliğimiz, özgürce, emekle gece gündüz çalışılarak oluşturulmuş kariyerlerimiz var. İşimiz bizim parçamız ama hayatımız değil. Bizim hayatımız başka şeylerden de oluşuyor ve biz o hayatta ekibiz.
‘Müzik ayrılmaz bir parçam’
– Uğur Batı ile imza attığınız ‘Üzgün İnsandan Özgür İnsana’ kitabından bahsederken “Önemli olan yol ve yolculuk” diyordunuz. Peki, Deniz Bayramoğlu yolculuğunun neresinde?
Her zaman yolculuğun başındayım. Her gün yeni bir yolculuk. Beni asıl mutlu eden şey bu yol. Bu yolculuğun içerisinde olmak, tadını, mutluluğunu, keyfini, acısını, kederini, yasını en derinden hissederek yaşamak. Her gün o yolculuğa yeniden adım atıyorum ve zeminin çok kaygan olduğunu bilerek dikkatli davranıyorum. Ama hiç vazgeçmeyeceğim.
– Bu yolculuk başka türlü bir anlatımla kitap olacak mı? Böyle bir hayaliniz var mı?
Kronik Yayınları ‘İlber Ortaylı İle Bir Hayat Nasıl Yaşanır’ diye bir kitap yapmıştı. Bunu bir seri haline getirmeye çalışıyor, ikinci kitabı da Doğan Cüceloğlu’yla yapmaya karar verdiler. Cüceloğlu’yla uzunca bir süre sohbet ettik. Sonra onu bir metin haline getirdik. Pandemi olmasaydı basılmış olacaktı. Hayalim. kurgu bir şeyler yazmak… İyi birkaç roman yazabilsem ne güzel olur diye burnum sızlar aklıma geldikçe.
– Çok güzel türkü söylüyor ve bağlama çalışıyorsunuz. Müzik bugünlerde hayatınızın neresinde?
Müzik hayatımın ayrılmaz bir parçası. Daha bugün evden çıkmama biraz vakit vardı, kopuzumu aldım birkaç bir şey çaldım. Herkesi dinliyorum ve çalmaya çalışıyorum. Çok sevdiğim bağlama üstadları var Talip Özkan, Mehmet Erenler ya da eskilerden Çekiç Ali, Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş… Anadolu’nun her köşesinde ne çalınıyorsa, dinlemeyi ve söylemeyi çok seviyorum becerebildiğim ölçüde. Kısa sap bağlamayla başladım, deyişlerle, semahlarla şimdi biraz daha İç Anadolu ve Ege tarafına doğru hareket etmeye çalışıyorum. Evde bir sürü enstrüman var. Hepsi salonda durur, kızım Güneş de gider onlarla oynar. Gelen çoluk çocuk da oynar.
‘Hayatımdaki asıl değişimi kızımdan sonra yaşadım’
– Peki, nasıl gidiyor karantina?
En başından beri çok bilinçli davranmaya çalışıyorum. Özellikle de işe gidip gelmek zorunda olduğum için. Eşim de öyle. İki ay geçtikten sonra biraz dersten kaytarmaya çalışan öğrenci psikolojisine girmeye başlıyorsunuz. Gevşetmedik ama onun baskısını hissediyoruz. Biz zaten küçük bir hayat yaşıyoruz, kendimize ait köşelerimiz var bu köşeleri biraz daha yakından tanıma, keşfetme, kendimizle baş başa kalma fırsatı da bulduk. Alıştığımız hayatı özlesek de yeni normalde yaşam alanı oluşturmaya çalışıyoruz.
– Mütemadiyen kaygılı olma hali olarak tanımlamışsınız babalığı… Baba olmak sizi değiştirdi mi?
Evlendiğimde bir miktar değişmiştim ama asıl değişimi hayatımda Güneş doğduktan sonra yaşadım. Kendisi için yaşayan biriydim. Evlenince başka bir sorumluluk içerisine girdim. Bu beni çok değiştirdi. Ama asıl şey kızımın varlığı oldu. Ona önce birey olarak saygı duyuyorum.
Artık birisinin ömür boyu sorumluluğu üzerimde. Daha ne olsun! Bir can, bir hayat… Ve onun en iyi şekilde var olması için uğraşıyoruz. Bunu maddi ihtiyaçlar çerçevesinde tanımlamıyorum.
Bir baba olarak bulunabileceğim en uzun sürede yanında bulunma sorumluluğundan bahsediyorum. Onunla oyun oynama sorumluluğundan söz ediyorum ki çok keyif alıyorum. İyi, güçlü bir insan olmasını sağlamak için hele de bugünün dünyasında bir kadın olarak tek başına, hiç kimseye ihtiyaç duymadan yaşamasını istiyorum. Daha ne olsun!
Milliyet