Kafkasya’nın kadim halklarından Çerkeslerin, Rus Çarlık orduları tarafından soykırıma uğratılıp, ana yurtlarından sürgün edilmesinin üzerinden 156 yıl geçti.
Karadeniz sahillerinden Anadolu başta olmak üzere, Suriye, Ürdün, Balkanlar ve İsrail’e sürgün edilen Çerkesler için, 21 Mayıs 1864 tarihi; “Çerkes Soykırım ve Sürgünü” olarak kabul ediliyor. Yüz binlerce sivil insanın sürgün yollarında yaşamını yitirdiği 21 Mayıs’ın acıları aradan yıllar geçse de hafızalardaki yerini koruyor. Ünlü Rus edebiyatçı Lev Tolstoy’un sözleri ise, o dönem Çerkesler’in yaşadığı acıları özetliyor; “Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gecenin kara örtüsü altında Rus askerlerinin ikişer üçer evlere dalmasını izleyen dehşet sahneleri öylesine korkunçtu ki, hiçbir rapor görevlisi olanları aktarmaya cesaret edemezdi…”
100 yıllık savaş
Çarlık Rusyası’nın 16. yüzyılın başından itibaren Kafkaslar’a hakim olup, Kuzey Anadolu üzerinden sıcak denizlere inme planı, tarihin en kanlı savaş, soykırım ve sürgününe neden oldu. Yayılmacı politikaya karşı yurtlarını savunmakta kararlı olan Çerkesler, 101 yıl boyunca binbir güçlükle direnmeyi başardı. 1763-1864 yılları arasında yaşanan savaşlarda çoğunluğu Çerkes (Adıge) olmak üzere 1 milyona yakın Kafkasyalı hayatını kaybetti. Çerkesler, tüm zorlu koşul, baskı ve katliamlara rağmen bir asır boyunca yurtlarını terk etmemekte kararlıydı.
Sürgün komisyonu
Çarlık yönetimi ise, boyun eğdiremedikleri Çerkesler’i yurtlarından sürmek için 10 Mayıs 1862 tarihinde bir komisyon oluşturulmasına karar verdi. Kafkasya’daki yerli halkların resmi olarak Osmanlı topraklarına sürülmesi, aynı yıl komisyon tarafından onaylanınca Çerkesler için ölüm kalım savaşı da başlamış oldu. İki yıl boyunca büyük katliamlara uğrayan Çerkesler, direnmeye devam ettiler. Ancak Çarlık ordusunun, Kazak askeri birliklerinin de yardımıyla 21 Mayıs 1864 günü Soçi yakınlarındaki Kbaada Vadisi’nde kesin galibiyet alması, büyük bir trajedinin başlangıcı oldu.
Yaklaşık 1.5 milyon sivil, Tuapse, Soçi ve Sohum gibi liman kentlerine toplanarak, Varna, Samsun, Sinop ve Trabzon başta olmak üzere Osmanlı topraklarına sürüldü. Sürgün sırasındaki yol şartları, salgın hastalıklar, açlık gibi nedenlerden dolayı, 500 binden fazla insan hayatını kaybetti. Çerkesya’nın, Taman, Anapa (Bığurkal), Novorossiysk (Ts’mez), Gelencik, Tuapse, Soçi (S’aça), Kosta, Adler, Gagra ve Sohum limanlarından gemilere bindirilen kadın, çocuk, yaşlı yüz binlerce masum sivil, 1864 yılı Haziran ayı ortalarına kadar tehcire uğradı. Sürgünle birlikte Çerkes yerleşim birimleri istisnasız ateşe veriliyor, tarlalar ekilemez duruma getiriliyordu.
Bütün köyler yakıldı
Sürgüne uğrayanlar; Balkanlar’da Köstence, Varna, Silistre, Rusçuk, Plevne, Vidin, Niş, Burgaz, Kazanlık, Eski Zağra ve Filibe’ye yerleştirilirken, büyük kısmı ise Anadolu’nun neredeyse tamamına dağıldı. Zaman içinde Hicaz demiryolunun güvenliğinin sağlanması gündeme gelince Çerkesler’in bir kısmı, bu kez Ürdün, Suriye, Lübnan, İsrail’e göç etmek zorunda kaldı.
Katliam ve sürgüne maruz kalan Çerkesler’in yaşadıkları trajedi, 21 Mayıs’tan hemen sonraki günlerde bizzat Rus asker ve tarihçiler tarafından kaleme alındı. 21 Mayıs’ta
Çarlık Ordusu’nda asker olan S. Duhovski anılarında yaşanan olayları şöyle anlattı:
“Süre dolunca birlikler Mahopse nehrine kadar ilerledi. Müfreze iki kol halinde ilerliyordu. Bir kol Aşşe Nehri’nin alt kolları boyundaki köyleri ateşe verdi. Orada buldukları köylüleri malları ile dışarı çıkardılar. Birçok Şapsığ müfrezenin ilerlemesini görerek aileleri ile birlikte dağa kaçtı… Bu şekilde, harekatın ilk üç gününde ikinci sıra dağlarla deniz arasındaki bütün köyler yakıldı.”
TORUNLAR TÜRKİYE’DE
Sürgün mağdurlarının torunlarının neredeyse tamamına yakını Türkiye’de yaşamını sürdürürken bir kısmı ise Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Mısır, Kıbrıs, Libya, Tunus, Kosova başta olmak üzere AB ülkeleri, ABD, Kanada ve Avustralya’da varlığını devam ettiriyor. Çerkesler ve Kafkas halkları üzerine araştırmalar yürüten Tarihçi Sefer Berzeg ise Türkiye’de yaşayan Kuzey Kafkasyalılar’ın, Rus işgalinden sonra, Osmanlı topraklarına sürgün edilenlerin torunları olduğunu belirterek şunları söyledi:
‘43 şehre dağıldılar’
“Türkiye’de birçok insan, bugün bile Çerkes halkı hakkında çok az bilgiye sahip. Aslında Çerkes diye tanımlanan, Batı Kafkasya’daki Adige ve Ubıhlar’dır. Ama Türkiye’de Çerkes terimi Adıge olmayan, Abaza, Abhaz, Oset, Karaçay-Balkar, Çeçen-İnguş, Dağıstan gibi tüm Kuzey Kafkasyalıları topluca adlandırmak için yaygın biçimde kullanılıyor. Kafkas halkları arasında kültür birliği vardır. Dil kökenimiz aynı olsa da zaman içinde bazı ayrışmalar oluyor. Kılık, kıyafet ve adetler aynıdır. Çeçenler, Abhazlar ile Oset halkı kendilerini Çerkes olarak tanımlamaz. Çerkesler, günümüzde Türkiye’nin 43 şehrine dağılmış durumda. Çerkesler, Anadolu’ya ilk geldikleri günden itibaren bu ülkenin hizmetine girmiş, hem Milli Mücadele’de hem de Cumhuriyet’in kurulmasında aktif rol oynamıştır.”
‘HAMİLE KADINLARI ÖLDÜRDÜLER’
Çerkes sürgününden bir yıl sonra aşırı Rus milliyetçisi tarihçi R. A.Fadayev ise yaşanan katliamları ilk ağızdan şöyle itiraf ediyordu: “Çarın orduları işgal edilen topraklardaki halkları planlı bir şekilde ve bir daha toparlanamayacak şekilde toptan yok etmeye, imha etmeye başladılar ve yerlerine Rusları veya tetikçileri Kazakları yerleştirmeyi yoğunlaştırdılar. Öyle ki, Adigeleri (Çerkesler) köy ve topraklarından çıkaran ordu birlikleri, yaşanan yerleri, ekinleri ve bahçeleri imha ediyor, geri dönüş için hiçbir şey bırakmıyordu. Örneğin ‘Rus birlikleri Abzekh köylerinden Tubaele’yi ele geçirmesi üzerine, köy yerlileri kendilerine teslim olup tutsak edildikten sonra tümünü öldürdüler. Kurbanlar arasında gebeliği ilerlemiş iki kadın ve beş çocuk da bulunmaktaydı.”
‘BİNLERCE İNSAN ÖLÜP TÜKENİYORDU’
Çar yönetiminin işgaline destek veren A. P. Berje bile Çerkeslerin uğradığı katliamı şu sözlerle anlatıyor:
“17 bin dağlının toplandığı Novorossiysk koyunda gördüklerimi unutmayacağım. Hıristiyan olsun, Müslüman olsun, ateist olsun onların durumlarını görenler mutlaka çöker ve perişan olurdu. Ruslar, Çerkeslere hayvanlara bile yapılmayacak şeyler yaptılar. Şu gördüğüm olayları kağıda gözyaşım damlamadan nasıl yazacağım? Kışın soğunda, kar, yağmur altında, evsiz, yiyeceksiz ve elbisesiz bu insanları tifo ve çiçek hastalığı da durumlarını iyice kötüleştiriyordu. Anasız kalmış bebekler ağlaşıyor, aç bebekler ölmüş annelerinin göğüslerinden anne sütü arıyorlardı; genç bir Çerkes kadını paçavralar içinde, açık havada, ıslak toprağın üzerinde iki yavrusu ile birlikte uzanmış, biri ölüm öncesi çırpınışlarla yaşamla mücadele veriyor, diğeri ise soğuktan kaskatı kesilmiş annenin göğsünden açlığını gidermeye çalıyor. Binlerce insan göz önünde ölüp tükeniyordu ve böyle manzaralara sık sık rastlanıyordu.”
YARIN: BU ACILAR UNUTULMAZ
Milliyet